Mektubuma; nasılsın, iyi misin diyerek başlamak istiyorum. Hadi sen de hatırla bu mektup girizgâhı cümleyi. Şimdilerde herkes herkesten haberdar. İyiliğinden de mutsuzluğundan da hastalığından da. Ani ve çabuk geliyor haberler. Bu hızla akan zamanın içinde, yavaşça söylenecek sözler kaybolup giderdi, eğer mektup yazmak olmasaydı.
Ne güzel şey ‘sevmek’. İçinde bu fiilin geçtiği her şey güzel. Bak bu yüzden sana “Sevgili” diye hitap ediyorum. Üç noktada kim mi var? Sen okuduğun için sen varsın. İçinde sevgi olan her şey bu hitaba lâyık öyle değil mi?
Sevgili Okur, Sevgili Yavrum, Sevgili Arkadaşım, Sevgili Dost, Sevgili Kardeşim ve hatta Sevgili Ay, Sevgili Güneş ve dünyamıza doğan daha nice kelimeyle bezenmiş hitaplar…
“Sevelim sevilelim” Ne güzeldir bu sevmeli dizeler ve daha birçok söz, kelam, muhabbet, bakış ve gülücükler… Hatta mektup yazarken tebessüm etmek kadar ağlamak da güzel… İnsanın kalbindeki sevgisine sessizce tanık olan ve ardından gözlerde beliren o yaşları bırakmak, hiç yüksünmeden, çekinmeden…
Sevgili…
Diye başlar mektuplar öyle değil mi? İnsan demek ki sadece sevdiğine mektup yazar. Bu güzel hasleti sarar sarmalar renkli veya beyaz bir zarfın içinde gizler. “Gizler” diyorum çünkü çoğu mektup sadece bir kişi için yazılır. Her zarf bir kişilik bilet gibidir. Yazılan mektupla, kalp sahnesindeki oyunun izlenme vakti gelmiş demektir. Hem bir tarih vardır mektupta, yazan ve yazılan arasında doğan, gizli ve özel bir tarih, öyle değil mi? Hayatın koşuşturmasında duyguları sarıp sarmalayan, zarfın içine saklanan kelimelerle oluşan bir an, bir zaman… Hem ne güzeldir mektuplar! Zarfın kapalı ucunda kim bilir hangi ayrılıklar sobeler insanı ya da ne müjdeler gizlenir? Birazdan okununca değişecek her şey. “İnsan bir kitaba girdiği gibi çıkmaz.” diyordu ya Andre Gide. Peki ya insan bir zarfı açtığı haliyle mi kapatır Sevgili …?
Biliyorum eski zamanlarda değiliz. “Biz eskiden su içerdik testiden” şarkı sözünün mektup için kullanılması da yaşadığımız çağla ve mektupla olan bağımızı anlatıyor aslında. Biz eskiden mektuplarımızı elimizle yazar, kalem kağıtla anlatırdık derdimizi. Mektuplarımızı zarfa koyup gönderince “Kim bilir ne zaman okunacak?” diye heyecanla bakardık arkasından. Sonra alıp okuduğumuz mektupla gözlerimizden düşen bir damla yaş kâğıtta hangi kelimenin üstüne düştüyse mühür olurdu ayrılığa. Ardından bir nişan doğardı yazılacak mektup niyetiyle kavuşmaya.
Sevgili Dost,
Sevgili Arkadaşım,
Sevgili …
Seviyorum, seviyorsun, seviyoruz ve sevmekten mulhem yuzlerce kelime gider gelir kalemin kurdugu cumleler icinde.
Bu hitaplar nasıl da yakışır bir kâğıdın sol üst köşesine. “Sevgili ” bir mumun ışığı gibi titrek ve zamansız duyurur kendini. Seviyorum, seviyorsun, seviyoruz ve sevmekten mülhem yüzlerce kelime gider gelir kalemin kurduğu cümleler içinde.
Sevgili…,
Bilir misin bu şehrin akşamlarında ve sabahında, bulutlar da gece de günler de gökyüzü ve güneş de ve hatta ay da bilir sevgimizi. Ne güzeldir bu fiil ne güzeldir bu kâinat mayası. Hayatın zikzaklarında derinden soluduğumuzda kalbin ritmini toparlayandır sevgi ile ilgili her şey.
Seviyor olmak, seviliyor olmanın erdemi olsa gerek. Dünyanın kimseye kalmayacağını sadece sevginin yaşlanmayacağını bilerek yaşamak ne güzel. Bir de unutmadan şimdi söyleyeyim: “Ben seni de kuşları da severim” misali ben de senin gibiyim “Sevgili … ” Yunusvâri bir ruh halinde bitireyim mektubumu “Severim seni candan içeri” ” Yaratılanı Severiz Yaratandan ötürü”
Sevgiyle kal…