Süheyla Yıldırım & Cevahir Sevva Yıldırım
“Eğer birinin gölge gibi peşindeysen, kendini sürekli hatırlatıyor ve varlığını unutturmuyorsan, sen kimsin ve bu ne anlama geliyor?”
“ ? ”
“Zor bir soru olduğunu sanmıyorum ama susuyorsun. Hayatın insana emanet edildiği kadim zamanlardan beri, kaç ‘son nefesin’ sahibi oldun, sayabildin mi? Sen insanların umudu ümit etmelerine dair seçeneklerini ellerinden alıyorsun. Bir panik seziyorum insanlarda. Hatta düşünüyorum da en çok hangi vasfınla insanları ürkütüyorsun acaba?”
“Her şeyin bir nedeni vardır, bu en kesin yanıttır aslında. Ayrıca ‘ürkütmek mi’ bunu neden yapayım ki? Ah küçüğüm! Düşüncelerini bu denli direkt ifade etmeni, dediğim gibi yaşına bağışlıyorum. Ama şunu söylemek zorundayım ki kesinlikle pek çok şeyi yanlış yorumluyorsun. Zamanla bunu da halledeceksin, biliyorum. Gelelim bana atfedilebilecek vasıflarıma ve anlamlarıma; ne yani suç bende mi sadece, insan bensiz de ‘son nefesini’ veremez mi? Duydukların ve okuduklarından ya da anlayabildiğin kadarıyla, eninde sonunda insanların bu yegâne hakikatle karşılaşacağını biliyor olmalısın. Aslında dilinin altında gizlediğinin ne olduğunun da farkındayım. Öldürmek diyorsun belki buna ama ben bunu kabul etmiyorum. Önce bedenin sonra da ruhun vedasına yardım etmek görevlerimden biridir diyebilirim sadece.”
Ah sevgili küçüğüm, hiçbir şey bilmiyorsun.
“Şiir gibi konuşuyorsun. Seni anlamalı ve anlayış mı göstermeliyim, yoksa öfkemin sana ulaşması için onu tutmaktan vaz mı geçmeliyim, bilemiyorum. Ama şunu asla unutamıyorum, hayata tutunmaya çalışanları, ölümden uzak durmaya, ondan köşe bucak kaçmaya çalışanları? Anlayabiliyor musun, onlar senden korkuyorlar. Senin ellerinde eriyip tükenmek hatta yok olmak düşüncesi onların tüylerini ürpertiyor!”
“Ben bir hizmetkârım, ulağım sadece görevimi yerine getirmekten başka bir amacı olmayan. Ayrıca neden kabul etmiyorsun; insan doğar, büyür ve ölür. Bu kadar basit. Ben sizin hayatınızın bu iki kaynağı arasında duran aciz bir vasıtayım. Benimle yaşamlarının gerçek anlamlarına ulaşabilecekken, ürkmek, korkmak… Evet ben de bunları anlayamıyorum işte. Bazı şeyleri yaşının anlamaya henüz yeterli olmadığının, bu kavramdan uzak durmaya çalıştığının farkındayım. Ölememek mi, zaman akıp giderken her şeyin yerinde kalması mı, ah sevgili küçüğüm, hiçbir şey bilmiyorsun, bu aslında en kötü cezadır sizlere. İnsanın hayatı boyunca yaşadıklarından sonra, sevdiklerini bir bir kaybetmesi, yalnızlaşması ve ilelebet bu acıları hissetmeye devam etmesi, cehennemde yaşamaktan daha kötüdür. Son perdede verilecek o son nefesin bir ödül hatta özgürlük olduğunu göremiyorsun.”
Hayatın, evrenin farkına varamayan ve ölebilmeyi dahi beceremeyen bir insanı yaşam kabul eder mi?
“Bu insanlara en azından bir şans daha verebilirsin. Ya da en azından gerçek ‘iyilerden’ olabilmeleri için onlara birazcık ‘zamanın zamansızlığından’ hediye edebilsen, daha dinç daha genç ve hep sağlıklı kalabilseler, belki de her şey çok daha farklı olabilir.”
“Henüz hayatının tohum evresindesin. Gelebileceği en son limite ulaşmış bir ağacın sonunu anlayabilmen pek mümkün görünmüyor. İnsanların varlığımdan ürkmesi, belki de bana katlanması, ağaca dönüşme anında onlara elbette ki zor gelir ama sonlarının eninde sonunda ben olacağımı içten içe bilip inanıp buna teslim olmaktan başka bir şey gelmez ellerinden. Ne gelir biliyor musun? Her anlarının her saniyelerinin değerini bilmek, bunu hazine kıymetinde görmek ve öylece yaşamak… Aynı zamanda yaşam için gerekli olduğumu kabullenmek. Şimdi söyle bakalım küçük şey, ben gerçekten düşündüğün kadar kötü müyüm? Umuyorum ki itirazıma hak veriyorsundur.”
“Biliyor musun bu yeteneklerin hepsi insanı kirletip insanlığını elinden alabilir de. ‘Uygun olduğu anlayışa kavuşunca, olgunlaşınca’ insan, hayatı güzelleşir, değişir. Ama bu değişimin sadece pozitif bir anlamı söz konusu olamaz değil mi? Bu negatif anlamda da gerçekleşmeye devam eder. Hayat daha da zorlaşabilir. Vasfından uzak, kimliğinden ve benliğinden uzak bir şekilde, bilemiyorum ki; insan nasıl insan olarak kalabilir bu durumda?”
“Evet küçüğüm haklısın. Hayat yolculuğunda insan gelişmeyerek ve değişmeyerek en fazla nereye varabilir ki? Kendisinden beklenenin tersine, insan kendi mezarına düşebilir, düşer de.”
“Bana asla öyle bir şey olmayacak! Ben sensiz de yaşayabilirim, inan bana. Sen olmadan daha iyi bir yaşam sürdürebilirim ve iyi bir insan nasıl olunacaksa, onu olurum.”
“Bir insanın doğumunun anlamı, öte taraftan gün be gün ölümünün de yaklaşıyor olmasıdır. Sadece insanın değil, tüm kâinatın bir başlangıcı ve bir sonu vardır, o dahi bunu kabullenmiştir. Ölmek, hayatın bahşedildiği tüm varlıkların kaderidir. Bu genlerinizde ve hücrelerinizde çoktan belirlenmiş geçici bir sondur. Sen niye kabul edemiyorsun küçüğüm? Bensiz bir yaşam mı? Hayatın, evrenin farkına varamayan ve ölebilmeyi dahi beceremeyen bir insanı yaşam kabul eder mi?”
“Peki ama neden seni dinledikçe huzursuz oluyorum. Kim senin gibi acı gerçekleri konuşan birini sevgiyle ve ilgiyle dinler, kucaklar ki? Kim sana canı gönülden, ne olur bana gel, benimle kal, der ki? Bilemiyorum ama yine de mesafe benim için en güvenilir olanı galiba. Söyle bana, seni nasıl aklımdan çıkarabilirim?”
“Neden böyle bir mücadeleye giriyorsun? Siz bir bir çekip gidecek ve yaşamlarınıza başka bir boyutta devam edeceksiniz, öyle veya böyle. Bu sonuçtan memnun olun ya da olmayın. Huzuru bulmanızın bir yolu her zaman olacak, onu bulmaya çalışın. Sen bunu başarabilirsin. Baksana ne de büyük laflar ediyorsun burada. Sana saygıyla ve sevgiyle yaklaşıyor, sana değer veriyorum.”
“Peki ya sen? Senin varlığın ne olacak? Hiç bırakmayacak mısın bizleri? Hem, sen hiç yorulmaz mısın?”
“Ben hep burada olacağım küçüğüm, kıyamete kadar; çünkü ben Yaşlılığım ve ben asla yaşlanmayacağım.”