Bir eski ev, bir eski bakış düşüyor dünyama. Yıllar yıllar öncesinin tozlanmış hatıralarına gözlerim değiyor. Geleceğini yaşamamış çocuk yüreğimle o eski evin, o eski yer odasında geziniyorum. Kapı arkamdan gıcırtıyla kapanıyor. Dedem geliyor içeri. Gözleri yorgun ama çalışmanın şenliğiyle ışıl ışıl. Selam veriyor. Odanın köşesindeki divanın kenarına oturuyor. Oturmak da denmez aslında, birazdan kalkmak niyetinde olduğundan ilişiveriyor desem daha doğru sanki. Nefesleniyor. Halimi hatırımı soruyor. Sevinçli olduğu belli. Yanlarına gittiğime memnun. “Anneannen ekin biçmekten gelsin diye az bekleyelim mi? Yoksa ekmeğe yağ süreyim mi senin icin?” diye soruyor. “Bekleyelim dedeciğim” diyorum. “Olur o zaman.” diyor. Kocaman bir yaz günü bitecek birazdan. Gün kendini bırakıyor yarının kucağına. Dedem her zamanki gibi yavaşça kalkıyor. Evin o küçücük penceresinin önünde onu bekleyen radyoyla hasbihal zamanı… Ajanslar da ne var, haberler ne diyor? Merakının cevabı bu iki küçük cam penceresi olan radyodan duyulacak seste gizli. Dedem, radyonun düğmesine hafifçe dokunup haberleri açacak ve dikkatle dinleyecek söylenenleri.
Öyle özel anlardı ki o radyodan gelen sesler, dedem için. Bir tek o radyo açıkken sesimizi kısardık odada. Dedemdeki rikkat ve duyduklarını izler gibi radyoya bakışı yeterdi sessizliğimiz için. Hem bize de değişik gelirdi. Kocaman dingin bir hayatın içinde, kocaman bir başka zamandı radyonun açık olduğu o kısa vakitler. O zamanlar haberler bile dingindi, huzurluydu. Derinlerden gelen bir saat sesiyle, saat başı haberleri başlar ve çabucak biterdi. Ardından az bir sesle Türk Sanat Müziği ya da Türk Halk Müziği çalardı radyoda. Dedem, ezanın okunması yaklaşınca radyoyu kapatırdı artık. Dışarısıyla, kocaman dünyayla tek bağ, köydeki tek farklı ses olan o radyoydu. Sanki bir dağ köyünde, bir yayla havasında, kocaman bir ülkenin içinde olduğunu hissederdi dedem bu vesileyle. Anneannem akşam da gündüz de hep koşturduğu için radyodan duyduğu sesler hep yabancı bir tanıdık gibi gelirdi ona. “Yine ne diyor o?” diye sorardı bazen. Cevabını merak edecek vakti olmasa da bu soru, evin kıymetlisine verdiği bir selamdı belki. Hem anneannem değil miydi, bu çok kıymetli ev parçasına en güzel yemenisini örten? Pullu pulluydu o yemeni.
Dedem en çok da Haberler ve Ziraat Saati’ne önem verirdi. Bir de İstanbul, Ankara Radyosu diye asıl frekansları duyunca hep, Bursa Radyosu da var mı ki? Diye sorardı kendine sesli sesli.
Nazlı bir gelin edasındaki radyo, küçük odadaki tek göz pencerenin önünde dinlenilmeyi bekleyendi. Bilirdik, bize söyleyecekleri vardı hem söylemek istedikleri. Yurttan Sesler Korosu, Yurttan Haberler, futbol müsabakaları, ziraat saati, müzik saati… Dedem en çok da haberlere ve ziraat saatine önem verirdi. Bir de İstanbul, Ankara Radyosu diye asıl frekansları duyunca hep, “Bursa Radyosu da var mı ki?” diye sorardı kendi kendine. Bursa’da askerlik yapmıştı dedem. O zamanın gençliğini, sevgisini radyoda arayarak ilan ederdi. Şimdi bir radyoya dokunsa elim… Haberleri dinlesem kısa ve öz… Sonra radyonun istasyonunu ararken duyduğum o cızırtılı ses tek mekanik ses olarak duyularıma dokunsa ve düğme çevrildikçe gitse uzaklara… Saat başı haberini dinleyip akşamın sessiz huzuru içinde, yarınki işimi kafamda tesbihimle bir dizmiş olarak derin bir sükuta dalsam dedem gibi. Dedemin radyosu da şahitlik etse bana. Ah anılar, ah yaşanan ve unutulmayan anlar ve radyo sesi…