KILAVUZ

 

Kayboldum…

Kendimi de ararken kayboldum ve yoruldum. Olduğum yerde olmaktan, bildiklerime sığınmaktan, bilmediklerimi aramaktan yoruldum. Tüm yorgunluğum avuçlarımda birikti. Üç kere yüzümü sıvazlamak suretiyle kurtuldum onlardan. Kurtulduğumu sanarken gözlerimden, dudaklarımdan, yüzümü var eden her zerreden ve hatta avuçlarımın içinden vücuduma yayıldılar. Korkularım, kayboluşlarım, yorgunluklarım, tek başıma hasta olmaklarım ve tek başına hastaneye gidişlerim…

Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri tek başına hastaneye gitmektir. Hızlıca koştum benliğimin mağarasına. Saklanacak bir yer aradım tüm kaçışlarımdan, bulamadım. Gölge oldular da geçit töreni düzenlediler mağaranın duvarında. Gerçekler mi, değiller mi idrak edemedim. Yoksa tümüyle benim uydurmalarım mıydılar? Sadece benim zihnimde var olan bir gerçeklik olabilir miydi hayatım? …karmakarışık oldum. Kapısından girdiğim mağaranın çıkışını bulmakta hayli zorlandım ve bir kez daha dizlerimde derman kalmadığını hissettim.

İnsan bir kere girmeyegörsün kendi mağarasına. Tek başına kalmak istediği o yerin yalnızlığı onu boğduğunda, çıkış kapısını bulamaz hale gelir. Belki eliyle koymuş gibi biliyordur orayı ama dışarıda bekleyen gerçeklikle tanışmaya gücü yoktur, bilemiyorum.

Bildiklerimiz, henüz bilmediklerimizin fragmanı bile sayılmaz ne de olsa. Bir yolunu bilmiyorsam bulmalıydım bu çıkışın. Belki günler belki günlerin toplandığı aylar ve yıllar boyunca o çıkışı aradım. Nereye baksam, nereye el uzatsam, tanıdık bir gölge diye düşünüp ne zaman yardım beklesem çabalarım karşılıksız kaldı.

Bir gün, hanımellerinin kokularıyla sokakları şenlendirdiği, kuşların insanın kalbine dokunan türküler söylediği bir sabah, mağaramın içine güneş ışığı düştü. Tüm gölgelerin o ışık demetinden saklandığını gördüm. Işık önce yere yansıyor, yerden tavana çeşitli renklerde ışıldıyordu. Kalkıp kaynağı bulmaya yöneldim. Yerde bir cam parçası duruyordu. Cam parçasını elime aldığımda, uzun zamandır karşılaşmadığım bir şey gördüm. Avuçlarımda biriken yorgunluğu yüzüme abdest suyu gibi sürdüğüm son gün karşılaşmıştım kendi gözlerimle. Güneşten yansıyan ışık önce cama sonra bana gelmeye başladı, büyüdüğümü hissettim. Yara neredeyse ışık da oradan sızar diyordu Rumi. Kendi mağaramdaki ışığın beni bulması için yaralarımı sevdim. Uzun uzun baktım kırık camdaki yansımama. Sonra şunlar döküldü kalbimden;

Ben yeni öğrendiğim tüm yollar ve sokaklarım, yeni ezberlediğim çukurlarım asfaltta.

Ben artık yürümediğim tüm yollar ve sokaklarım aynı zamanda ve yürüyemediklerim…

Ben yeni öğrendiğim bir dilde konuşma telaşıyım, aslında şu kelimeyi de bilsem ne kadar güzel anlatırdım derdindeyim.

Ben sadece geçmişte tanıştığım insanlarla konuşabildiğim bir dilim artık.

Ben kahvaltıda bir dilim siyah ekmek üzerine tereyağım artık. Afili bir ismi de yok. Tereyağlı ekmek diyorlar dümdüz.

Ben bir pazar sabahı mayalı hamur kokan mahalle simitçisiyim de. O simitçideki acı çay, küçük bir servis tabağında ikram edilen zeytinyağlı domatesim.

Ben pazar kurulmayan bir şehirim artık. Sebzelerin marketten, plastik paketler içinde satıldığı büyük bir şehir, maydonozu istersen yıkanmış ve doğranmış alabileceğin… Çileklerin kokularıyla bir buzluklarda dondurulduğu soğuk bir şehir.

Ben pazarlarında, bağır çağır patates-soğan satan, bir demet marulun üstüne aldıkları suyla diğer marulları ıslatan, gözlerinden taze mi değil mi anlamaya çalıştığım balık tezgahının kurulduğu bir pazarım aslında.

Komşuna günaydın, merhaba, nasılsınız diyebildiğim, çocukluğumdan beri oturduğum, bütün esnafını tanıdığım bir mahalleyim.

Şimdi göz göze gelemediğim komşularımı tanımaya çalışıyorum. 30 yaşımdan sonra geldiğim bu yerde esnaf arıyorum. Bakkal da yok. Komşularıyla konuşamayan, neyi nereden alacağını bilmeyen bu kadın da benim, biliyorum.

Tüm bu farkettiğim şeyler üstüne bir kez daha cama bakıyorum. Gölgelerden ve dostmuş gibi görünen gölgelerden el uzattığım tüm beklentilerimden vazgeçmeye doğru bir adım atmanın kendimden geçtiğini biliyorum.

Güneşi, yıllardır görmediğim bir dostmuş gibi selamlıyorum. Artık biliyorum. O mağaradan çıkıp ardımda kalan tüm yaşanmışlıklara el sallayıp veda ediyorum. Elim güneşi işaret ediyor. Bir meditasyon kaydı gibi kendi kendime telkin ediyorum. “Ben, yaşadığım her şeyle beraber benim. Bundan sonra yaşayacak olduğum her şeyle de ben olmaya devam edeceğim.”

 

 

 

 

 

0 yorum
0 beğeni
Prev post: DERDİMNext post: SOKAK KAPISI

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arşiv
Kategoriler
En Son Yazılar

Aylık Ücretsiz Dijital Dergimize Abone Olmak İster Misiniz?

Yazının Yayınlanmasını İster Misin?
  • Konsol Edebiyat
  • Fon Muzigi
  • https://konsoledebiyat.com/wp-content/uploads/2025/01/WhatsApp-Video-2025-01-28-at-09.54.34.mp3