Akşamın eli kulağında. Hava karardı kararacak. Sokak lambaları görev bilincinin en üst seviyesinde ama yine de telaşlı insan kalabalığının ayakları altında eziliyor ışıkları. Kış iyice göstermeye başladı yüzünü. Havada, bir türlü yağamayan karın kokusu. Soğuk, ısırdığı yerde iz bırakıyor.
Adımlarım birbiriyle yarışıyor adeta. Bir an evvel atmak istiyorum kendimi eve. Derdim akşama yakalanmak değil soğuk da dokunmuyor aslında. İçimdeki çocuk sevincim koşturuyor beni.
İki hafta önceydi. Sömestr tatilini değerlendirip kendime bir mola hediye ettim. Şöyle kafa dinlemeli yan gelip yatmalı bir mola. Aklımda, gideceğim şehirde yaşayan bir arkadaşımı ziyaret etmek de vardı. Önceden haber vermek istemedim. Bir telefon konuşması sırasında ağzından almaya çalıştığım adresi beynime not etmiştim.
Yolculukları hep sevmişimdir. Gece gündüz fark etmez. Geçtiğim yerleri izlemek, hayatlara dair hayaller kurmak, mola yeri serinliğinde bir bardak çayın hatırını sormak mutlu etmiştir hep. Ama bu yolculukta bana daha fazlasının eşlik edeceğinden habersizdim.
Ne yol boyu gözlerimi şenlendiren güzelliklere ne muavin- yolcu sohbetlerine ne de molada unutulan çantalara değineceğim. Dağılmaktan korkmam da beni uçuran durumun başrolde olmasını istediğimden. Bir hafta bir motelde sessiz sedasız ama dolu dolu dinlendikten sonra arkadaşımı aradım. Tıpkı yaşadığı şehrin havası gibi aydınlık, sıcacık bir sesle açtı telefonu. “A a ciddi misin, lütfen çabuk gel” nidalarının ardından, beni Sevenler Köyü’ne götürecek dolmuşta buldum kendimi. Köyün ismi ilgimi çekmiş, kafamda senaryolar yazmaya başlamıştım.
Bir saatlik yolculuğun ardından Sevenler’in meydanında dolmuştan indiğimde gözlerime inanamadım. Mevsime rağmen yeşil kalmayı başarmış ağaçlar, kokusu havayı sarmış renk renk çiçeklerin pencereleri ve bahçeleri süslediği evler, ‘sen de kimsin’ den ziyade, ‘hoş geldin’ diyerek bakan gözler. Sanki orada yaşıyormuşum da kısa süreliğine ayrılmışım gibi bir karşılama. Önce tuhaf hissettim kendimi, utandım bu samimiyetten. Şehrin kaosunda görmeye alışkın olmadığımız şeylerdi ne de olsa.
Arkadaşımın evine geçtiğimizde ilk sorduğum şey “Neden Sevenler?” oldu. “Burada sevgisizliğe de sevgisizlere de yer yok.” dedi arkadaşım. Biz dışladığımız için değil, sevgisiz barınamaz zaten burda kimse. Ne hikmettir ben de çözemedim ama tek gelen çift gider bir sonraki sefere koşa koşa gelirler Sevenler’e.
–Nasıl yani?
–Anlarsın!
Belki seni de bekliyordur bir Sevenler hikâyesi.
Üç gün vardı önümde. Anlasam iyi olacaktı. Takıntılı biri olarak bir de Sevenler’i aklıma koyup dönmek istemiyordum, daha fazlasını yaptım.
Ertesi gün arkadaşımın bahçede hazırladığı kahvaltıda onu sorguya çekmekti niyetim. Olmadı.
Masada üç kişiydik. Ben, arkadaşım ve o. Tanışma faslının, hoş beşin ardından anlaşıldı ki aynı şehirden, aynı saatte, aynı otobüsle gelmiştik. Aynı köyde yolumuz kesişmişti. Teyze oğlu olduğunu öğrendiğim kişiyle şimdi, şaşkınlıkla karışık bir utangaçlık eşliginde, düşen çenelerimizi toplamaya çalışıyorduk kaçamak bakışlarla.
Tesadüflere inanmayan biri olarak bu karşılaşmayı bir işaret kabul ettim. Her karşılaşma bir amaca hizmet eder. Olayı çabuk kabullenişime de şaşırdım, belki bu durum bile olması gerekeni oldurmak içindi.
Üç günün sonunda aynı otobüsle aynı şehre doğru yola çıktık. Köyün adının gizemi ikimizin de kalbinde görünür olmuştu. Birbirimizi tanımaya karar verip görüşme umuduyla ayrıldık otogarda.
İçimdeki çocuk sevinci bu yüzden kan ter içinde. Saat ona yaklaşmakta. Görmek sevincim, duymak neşeme kavuşmalıyım bir an önce. Hava kararsın, soğuk dövsün isterse. Birazdan bir ‘Alo “ ile aydınlanıp ısınacağım. Yeni sevinçler tutacak elimden hafta sonunu iple çekerken.
Cep telefonum bana bak diyor. Kim bu şimdi? Her zaman, tufan görmüş çantamın içinde kaybolan telefonumu ilk denemede buluyorum. Bak bak meraklı kankam benim, duramadı öğrenecek ya her şeyi.
–Alo meraklı!
-N’aber , Sevenler!