GELİNCİK ADASI

Gökyüzü, sabahın incecik soluğunda usulca açıyordu gözlerini. Bulutlar, yüzyıllardır kimsenin okuyamadığı bir masalın sayfaları gibi ağır ağır geçiyordu başucundan. Ve kuşlar… Onlar, kanatlarında rüzgârın şarkısını taşıyan özgürlüğün ta kendisiydi.

Tarlanın orta yerinde, bir gelincik,

Kıpkırmızı, utangaç, narin…

Toprağa kök salmış ama yüreği göklere vurmuş bir çiçek. Her sabah başını kaldırıyor, bulutlara bakıyordu. Uçmak istiyordu. Süzülmek, yükselmek, kaybolmak gökyüzünün sonsuzluğunda. Ama incecik bir gövdeyle bağlıydı toprağa. Rüzgâr geçerdi ara sıra, dalları ürperir, yaprakları titreşirdi. Ve bir sabah, işte o sabah, fısıldadı gelincik:

“Uçmak istiyorum. Bu bir düş mü?”

Rüzgâr durdu, baktı. Gülümsedi usulca.

“Düş göze alınırsa, gerçeğe döner.” dedi.

Ve gelincik, köklerinden sıyrıldı, kendini rüzgâra bıraktı.

Önce dağlara uğradılar. Doruklara başını yasladı gelincik. Taşın soğuk alnında bir anlık huzur buldu. Ormanların üzerinden geçtiler. Yaprakların hışırtısı, kulağına bir ninni gibi çalındı. Göçmen kuşlarla karşılaştı. Her yıl üzerinden geçip giden o kuşlar, şimdi yanı başındaydı. Ne büyük bir kavuşmaydı bu.

Güneş yavaşça büyüyordu ufukta. Altın ışıklar yeryüzünü boyarken, bir nehir gördü gelincik, ovayı kıvrım kıvrım yaran, geçmişten izler taşıyan.

Bir gölde çocuklar çığlık çığlığa gülüyordu.

Bir çoban, kavalını çalıyordu.

Kavala yarenlik eden koyunlar,

Dağların sessizliğini anlamlı kılıyordu.

Sonra bir şehir belirdi. Griydi, yorgundu, yabanîydi. İnsanlar vardı ama yalnızdılar. Yürüyordu hepsi, başları önlerinde, görünmez yüklerle yüklüydüler sanki. “Ne garip,” dedi gelincik rüzgâra, “Bu kadar çok insan, bu kadar derin bir suskunluk.”

Ve sonra mavilik başladı. Geniş, sonsuz, serin bir mavi. Gemiler geçiyordu, vapurlar, küçük balıkçı tekneleri. Deniz, masmavi ve çığlık çığlığa martılar.

Uzakta bir ada, kimsesiz.

Unutulmuş. adını bile yitirmiş.

Sadece yosunlar, taşlar, gökyüzü ve rüzgâr.

“Uçmayı göze alan her tohum bir gün çiçek açar.”

 

Gelincik yorulmuştu artık. Renkleri soluyordu. Topraktan kopmuş bir çiçekti o, biliyordu ki bu yolculuğun da bir sonu vardı. Ama içi huzurla doluydu. Gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeye minnettardı. “Teşekkür ederim.” dedi rüzgâra, “Bana göğü tattırdığın için.” Rüzgâr sustu. Ama gelinciğin içinde, hayalin tohumu ağırlaşmıştı.

Ve rüzgâr, o tohumları aldı.

Savurdu adanın dört bir yanına.

Toprak, onları hiç sorgulamadan kabul etti.

Zaman geçti. Bir mevsim bitti, bir başka mevsim başladı. Yağmurlar yağdı, bulutlar geçti, geceler dolunayla aydınlandı.

Ve bir sabah, Toprak usulca çatladı. İçinden incecik bir sap yükseldi. Üstünde bir kıvılcım gibi yanan kırmızı.

Bir gelincik.

Ve ardından bir tane daha,

Ve bir tane daha.

Ve binlerce kırmızı göz açtı gökyüzüne

Ada sustu,

Gelincikler konuştu.

Binlerce çiçek, başlarını gökyüzüne çevirdi o sabah. Her biri aynı şarkıyı fısıldadı rüzgâra:

“Uçmayı göze alan her tohum bir gün çiçek açar.”

Yıllar sonra insanlar geldi adaya. Sorular sordular, şaşkınlıkla baktılar etrafa. “Nasıl olur da bir adada bu kadar çok gelincik açar?” Kimse bilmiyordu. Oysa cevap, toprağın kalbindeydi. Bir zamanlar uçmayı göze alan bir gelinciğin, rüzgâra fısıldadığı düşlerde saklıydı.

O ada artık bir adadan fazlasıydı.

O ada artık bir anlamdı.

Bir hatıra, bir umut, bir yeniden doğuştu.

Kaybolmak, bazen yeşermektir. Ve yeşermek, her zaman sessiz bir cesaret ister. Uçmayı göze alan her şey bir gün bir yerde kök salar.

 

0 yorum
0 beğeni
Prev post: BEN YALNIZLIĞIMI SEVDİMNext post: WITCHES: ŞEYTAN PRADA GİYER

İlgili Yazılar

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arşiv
Kategoriler
En Son Yazılar

Aylık Ücretsiz Dijital Dergimize Abone Olmak İster Misiniz?

Yazının Yayınlanmasını İster Misin?
  • Konsol Edebiyat
  • Fon Muzigi
  • https://konsoledebiyat.com/wp-content/uploads/2025/01/WhatsApp-Video-2025-01-28-at-09.54.34.mp3