YAZMAK

Son zamanlarda gittikçe artan uykusuzluk, hayat kalitesini düşürmüştü. Bu gece de uyku girmiyordu gözlerine. Eşini rahatsız etme endişesiyle yatağından usulca kalktı. “Birazdan sabah olacak. Ya şu an hastanede olsaydın? Uykusuzluğunun sebebinin hastalık olmadığına şükret. Evinde olmanın keyfini çıkar, güzel bir çay demle, kitap okurken kendini şımart. Hadi!” dedi. Yine bir çıkış yolu bulmuştu ama kafası çok doluydu.

Aynaya baktığında, omuzlarının hafiften çöktüğünü ve yüzündeki sert çizgilerin derinleştiğini fark etti. Hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen gülecek bir şeyler bulduğundan olsa gerek, göz kenarlarında kazayakları da yerlerini almıştı.

Oldum olası sunilikten hoşlanmazdı. Birkaç ay sonra yinelenmesi gereken estetik bakımlar yerine kendisiyle barışık olup, doğallığı tercih ediyordu. Şakaklarına misafir olarak geldiğini düşündüğü aklar, iyiden iyiye kalmaya, hatta istedikleri alanlara yerleşmeye başlayalı da çok olmuştu. Böyle de fena olmadığını düşünerek kendini iyi hissetti.

Güneşin doğuşunu izleme düşüncesiyle pencere kenarındaki sallanan koltuğa oturdu. Çayının yanına birkaç tane de bisküvi koydu, biraz içi kıyılmıştı. Kitabına kaldığı sayfadan devam etmeye çalışıyordu. Beynindeki düşünceler birbirini kovalarken aynı satırları birkaç kere okuduğunu fark ettiğinde kitabı da bırakıverdi.

Düşüncelere daldı. Yaklaşık yirmi yıl öncesinde bir derginin açtığı yarışmaya katılmıştı. Yarışma konusu bir fotoğraf karesiydi. Bu fotoğrafla ilgili bir yazı  isteniyordu. İçinden geldiği gibi yorumladığı düşünceleri kaleminden kağıda dökülmüştü. Verilen adrese gönderdiği yazısından pek ümitli olmasa da bir yarışmaya katılması bile mutlu etmişti onu. Bu duygu bile çok güzeldi.

Okumayı çok seviyordu. Duygu birikimleri yazıya dökülmeye de başlamıştı. Yazmak, hayatının iniş ve çıkışlarında sırdaşı, yoldaşı, sığındığı limanıydı.

Yaklaşık bir ay kadar sonra, alışverişten döndüğünde, kapıda irice bir zarf gördü. Adının yazılı olduğu zarfı merakla alarak evine girdiğinde, komşuya giden kayınvalidesinin de geldiğini fark etti. Zarfı heyecanla açtığında hafif bir çığlık attı.

“Anne, bir yarışmaya katılmıştım ya hani, kazanmışım. Bak bu dergide yayınlanmış yazım, adım da yazıyor üstünde.” dedi. Tarifsiz duygular içindeydi. Son bir gayretle kazandığı ödülden de bahsetti ama nafile, hiçbir tepki yoktu. Kayınvalidesinin ellerini koltuklarının altına almış bir vaziyette, buz gibi bir ses tonuyla söyledikleri tüm sevincini bitirivermişti. “Zobayı niye yakmadın gelin?” 

O zamanlarda doğalgaz henüz gelmemişti yaşadıkları yere. Mevsim ilkbahar olduğundan, sobayı sadece sabah ve akşamları yakıyorlardı. Duyduklarına inanamadı. Kayınvalidesi sevincine ortak olmak bir yana, kendisini tebrik bile etmemişti. Az önce yaşadığı tarifsiz mutluluk, aynı tarifsizlikle hayal kırıklığına dönmüştü.  O günden sonra, çok uzun bir süre hiçbir şey yazmadı.

En yakınındakilerden başlayarak herkes, ufak denemelerle test edip çözmüştü onu. Tahammül gücünün fazlalığını biliyorlardı. Açıkça söylemek gerekirse, herkese kolay lokma geldiğinin de farkındaydı. “Baş yarığı fes içinde, kol kırığı yen içinde…” felsefesiyle yetişmişlerdi. Oysa ne kadar da yanlışmış bu öğretiler, “Keşke biz çocukken alma-verme dengesi diye bir kavramın varlığından annemin de haberi olsaydı.” dedi soğuyan çayını yudumlarken.

İyi bir evlat, gelin, eş, anne… Kısacası iyi bir insan olma rollerini yüklendiğinin ve mümkün olduğunca da başardığının farkındaydı. Hayat yolunda ilerlerken kendini hiç düşünmemişti. Acıydı ama gerçekti. Bunu anladığından beri de huzursuzluğu ve devamında da uykusuzluğu artmıştı. Deli gibi çözüm yolları arıyordu.

Yazmak, hayatının iniş ve çıkışlarında sırdaşı, yoldaşı sığınak limanıydı.

Hayatında ilk defa kendisi için bir şeyler yapmak istiyordu. Eşi ve çocukları için değil, sadece kendisi için bir şeyler yapmalıydı. Bu tarifi zor duyguyu başarmak istiyordu. Daha sonra “keşke” dememek için bir yerden başlamaya karar verdi.

Aslında kendini, yine kendisine ispatlamak istiyordu. Başarmayı görmeli, en azından denemeliydi. Şimdiye kadar karşılaştığı her zorlukta bir çıkış yolu bulmuştu, yine bulabilirdi. Bir zamanlar kendini çok iyi hissettiren yazmak arzusu yüreğinin bir köşesinde yine alevlenmişti. Acaba geç mi kaldım, diye düşündüğünde ise “Tolstoy’un Bisikleti  kavramı ona ışık tutuyor, onu yüreklendiriyordu. “Tolstoy bisiklete binmeyi altmış yedi yaşında öğrenmiş. Hedefe ulaşmak için asla geç değildir.” mesajı kendisi içindi sanki.

Harekete geçmezse asla ilerleyemeyeceğini de biliyordu. Yerinde sayarken yaşayabileceği pişmanlıkları düşünmek bile istemedi. Kağıda döktüğü tüm duyguları kendisinden bir parça gibi olmuştu, kıymetlileriydi. Yazılarıyla tanınan, saygı ve sevgi duyulan biri olarak, ardında hoş bir seda bırakmalıydı. 

Derin bir nefes alarak koltukta hafifçe sallanırken, içini tatlı bir huzur kapladı. Bu duygularına eşlik edercesine şakımaya başlayan kuşlar onu tebrik ediyorlardı adeta. Usulca eserek adeta karanlığın perdesini aralayan seher yeli de umut veriyordu ona sanki. Oturduğu yerden doğrulurken, yola yeniden devam edeceğini bilmenin huzurunu yaşıyordu.

 

1 yorum
1 beğeni
Prev post: Sinéad O’ConnorNext post: ANNEM

İlgili Yazılar

Yorumlar

  • Güray

    Haziran 12, 2025 at 09:33
    Reply

    Kadriye hanım güçlü kadin olmak bazen kendini tanımaktan, kendini ispatlamaktan geçer. Harika yazıniz için tdbrik ediyorum. Yazılarinızın devamını merakla bekliyorum.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arşiv
Kategoriler
En Son Yazılar

Aylık Ücretsiz Dijital Dergimize Abone Olmak İster Misiniz?

Yazının Yayınlanmasını İster Misin?
  • Konsol Edebiyat
  • Fon Muzigi
  • https://konsoledebiyat.com/wp-content/uploads/2025/01/WhatsApp-Video-2025-01-28-at-09.54.34.mp3